BENZER ESERLER İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
Peygamberler, insanlar için her konuda olduğu gibi, her türlü zorluk karşısındaki ümit ve tevekkül dolu tutumları ile de en güzel örneği teşkil ederler. Peygamberler yalnızca Allah'ı dost edinen, Allah'ın hükümlerine içten bağlı, hayatlarının tamamını Allah için yaşayan insanlardır. Ve yaşamlarının her anında Allah’a güvenip dayanan, her zaman Allah’ın yardımının yanlarında olduğunu bilen kişilerdir.
O halde onlara benzemeye gayret eden müminlerin de, güzel ahlakın her ayrıntısında olduğu gibi, ümit dolu olma konusunda da onları örnek almaları gerekir. Peygamberleri örnek alan bir Müslümanın bütün davranışları, tepkileri, kararları sağlıklı olacağı için etrafındakiler de onun bu halinden etkilenecekler ve onun gibi güzel bir tavır göstermeye özeneceklerdir.
Tarih boyunca birçok peygamber içlerinde bulundukları kavimlerin önde gelen inkarcıları tarafından baskı altına alınmaya, Allah'ın tavsiye ettiği güzel ahlakı insanlara anlatmaktan men edilmeye çalışılmışlardır. İnkarcılar bu amaç doğrultusunda peygamberlere türlü türlü tuzaklar kurmuş, onlara iftira ve eziyetlerde bulunmuşlardır.
Peygamberler ise, inkar edenlerin bu ağır baskısını sabır ve tevekkülle karşılamışlar, Allah'ın her zaman kendileriyle birlikte olduğunun bilinciyle, hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmamış, mücadelelerine daha da artan bir şevk ve kararlılıkla devam etmişlerdir. Onların bu azimleri sayesinde güzel ahlak insanlar arasında yaygınlaşmış, inkar edenlerin çabası her dönemde boşa çıkmıştır.
İlerleyen satırlarda Kuran’da haberleri aktarılan peygamberlerin hayatlarından birkaç örnek anlatılmaktadır.
Hz. Musa
İnkar edenler tarafından engellenmeye çalışılan peygamberlerden biri de Hz. Musa'dır. Kavmi düşmanlar karşısında korkuya kapılıp ümitsizliğe sürüklenirken, Hz. Musa asla ümitsizliğe kapılmamış, Allah'ın mutlaka kendileriyle birlikte olduğunu bir an için dahi unutmamıştır. Hz. Musa'nın bu samimiyet ve teslimiyetine karşılık Allah da onlara büyük bir mucizeyle yardım etmiş, denizin yarılmasını ve böylece onlar için bir yol açılmasını sağlamıştır:
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler. (Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir". Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. (Şuara Suresi, 61-63)
Hz. Eyüp
Ağır bir hastalıkla mücadele eden Hz. Eyüp de durumundan dolayı en ufak bir teessür veya ümitsizliğe kapılmamış, derin bir bağlılıkla Allah'a yönelmiş, Allah'tan şifa dilemiştir. Hastalığında hayır görmüş, sabretmiştir. Kuran'da anlatılan bu davranışıyla bütün Müslümanlara güzel bir örnek teşkil eden Hz. Eyüp'ün ümit dolu sabrı ile ilgili ayetler şu şekildedir:
Kulumuz Eyüp'ü de hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti. "Ayağını depret. İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su" diye vahyettik). Katımızdan ona bir rahmet ve temiz akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir benzerini de bağışladık. "Ve eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma. " Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi. (Sad Suresi, 41-44)
Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 84)
Hz. Yusuf
Hz. Yusuf'un babası Hz. Yakup da Kuran'da güzel ahlakıyla, Allah'a olan sadakatiyle övülen, örnek gösterilen bir peygamberdir. Diğer oğullarının Hz. Yusuf üzerine kurdukları hileli plan üzerine Allah'tan ümidini hiç kesmemiş ve bütün samimiyetiyle Allah'a yönelmiş, onun geri gelmesini Allah'tan istemiştir:
Dedi ki: "Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikayet ediyorum. Ben Allah'tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi de biliyorum. Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez". (Yusuf Suresi, 86-87)
Hz. İbrahim
Tarih boyunca yaşamış olan bütün peygamberler, bütün elçiler Allah'ın rahmetinden hiçbir zaman ümit kesmemeyi emretmişlerdir. Hz. İbrahim'e bir çocuğu olacağının müjdesini vermeye gelen elçiler de aynı davranışta bulunmaktadırlar:
Dediler ki: "Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma". (Hicr Suresi, 55)
Hz. İbrahim de Allah'ın Kuran'da övdüğü bir peygamberdir. Ancak ihlasıyla, samimiyetiyle ve Allah'a bağlılığıyla her zaman Müslümanlara önder olmuş bir peygamber olan Hz. İbrahim'i kavmi gereği gibi takdir edememiş, onu yakarak öldürmeye kalkışmıştır. Bu olayda da Hz. İbrahim Allah'a çok büyük bir sadakat göstermiş, ümidini hiçbir şekilde yitirmeden Allah'ın rahmetine güvenmiş, güzel bir teslimiyetle kaderine teslim olmuştur. Allah da kendisine hiçbir zarar ve eziyet dokunmadan ateşi ona esenlik kılmış, onu kurtarmıştır.
Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler vardır. (Ankebut Suresi, 24)
Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol". (Enbiya Suresi, 69)
Vesvese şeytanın telkinleri sonucunda kişinin zihninde oluşan boş şüphe ve kuruntulardır. Vesvese kişinin doğru karar almasını engeller. Onu şüpheye düşürüp oyalar, kararsızlığa sürükler, içini sıkar, anlamsız korkulara sebep olur, aklını ve düşünebilme yeteneğini bozar, kendine olan güvenini kaybettirir. Kişi endişeli, kararsız, ürkek, ümitsiz, karamsar bir ruh haline bürünür. Vesvese ve beraberinde gelen psikolojik sorunlar, özellikle kader hakkında bilgisi olmayan, Allah'a tevekkül etmeyi bilmeyen, zayıf imanlı kişilerin yaşadıkları problemlerdir.
Şeytanın amacı, böyle insanlara boş kuruntular fısıldayarak onları Kuran ahlakından uzaklaştırmak, Allah’ın kudretinden habersiz, Allah’ı gereği gibi takdir edemeyen insanlar haline getirmektir. Şeytan, hayatını boş amaçlar uğruna harcayan, Allah’ın rızasını değil kendi istek ve tutkularını ön planda tutan, asıl yaratılış amacı olan Allah’a kulluk etme görevini unutmuş bir insan modeli oluşturmak için çalışır. Ona kulak veren insanlar ise, sırf şeytanın verdiği vesveselere kapıldıkları, onları önemli gördükleri, Allah’ı unuttukları için dünyada ve ahirette kayıp içinde olurlar.
Dünyadaki kayıplarının başında, yaşamlarındaki huzursuzluk ve kararsızlık gelir. İnsanlar hayatlarının birçok farklı safhasında, kişiden kişiye değişen çok çeşitli konularda vesvese yapabilirler. Çoğu zaman doğru karar alabilmenin, olaylar karşısında iyi bir tercih yapıp yapamamanın endişesi ile yaşarlar. Eğitim, iş gibi konularda hep kararsızdırlar. "Acaba diğer işi mi tercih etseydim?" veya "diğer okula mı gitseydim daha iyi olurdu?" gibi cümleleri bu kişilerden duyarsınız.
Burada akıllara, "hep iyiyi aramanın ne gibi mahsurları olabilir?" şeklinde bir soru gelebilir. Ancak burada anlatmak istediğimiz, bu soruların iyiliği ve güzelliği bulmaya yönelik değil,aksine, insanları yaşadıkları her günden, hatta her saniyeden ötürü sıkıntıya ve tereddüte sokmaya yönelik olmasıdır. Çünkü böyle bir ruh halinde yaşayan insanlar kendilerini sürekli sorguladıkları için düşünceleri, akılları hep karışık ve bulanık olur, hiçbir zaman yaptıklarından emin olamazlar ve asıl düşünmeleri gereken konuları düşünemeyecek hale gelirler. İşte bu, vesvesenin insana verebileceği en büyük zararlardan biridir.
Vesvese, sebep olduğu kararsızlık ve küçük-büyük çeşitli kuruntularla birçok insanın zamanının çoğunu, dolayısıyla da hayatının büyük kısmını tahrip eden bir beladır.
Kararsızlık ve şüphelerin sebep olduğu boş kuruntular sonuçta stresli, gergin bir ruh haline sebebiyet verir. Eğer vesvese duyan kişi, Allah’a iman etmeyen veya Allah’ın varlığına iman etse de O’nun gücünü takdir edemeyen bir kişi ise, bu durumda vesvesesi ve kuruntuları büyüdükçe büyür. Kendisini yaratmış olan Allah'a dayanıp güvenmediği için, şeytanın telkinlerinden kurtulamaz ve sahip olduğu vesveseler içini kaplayıp hiç durmadan onu sıkar. Herkesin yakın çevresinde, zaman zaman da kendisinde fark ettiği bu ruh hali çok yaygın olarak yaşanmaktadır.
Vesvesenin en önemli zararı, insanın aklını örtmesi ve sağlıklı düşünmesini engellemesidir. Günlük yaşamı boyunca zihnini meşgul eden kuruntu ve şüphelerle oyalanan bir insanın ise, Allah'ı gereği gibi tanıyıp takdir etmesi, O'nun istediği biçimde yaşaması mümkün değildir. Bu insan dünyaya yönelik bir hırs ve tedirginlik içindedir; bu nedenle de Kuran’da emredilen tevekkülü, huzurlu ve dingin ruh halini, buna bağlı olarak gelişen güzel ahlakı kazanamaz.
Vesveseli bir ruh haline sahip olan kişi doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, yapması ya da yapmaması gerekenleri de birbirine karıştırır. Başına geleceklerle ilgili sürekli bir kuruntu, korku ve şüphe içindedir. Aldığı kararların doğruluğu konusunda da devamlı tereddüt halindedir. Bu durum onun zihninde yoğun bir baskı oluşturur ve mantıklı düşünmesini, sağlıklı kararlar almasını, muhakeme yapmasını engeller.
Oysa tüm bunlar son derece anlamsızdır. İnsanın bu dünyada bulunuş amacı Allah’ın istediği gibi bir kul olmak ve bu çabasında samimiyse, Rabbbimiz'in daima dostu olduğunu unutmamaktır. Böyle bir insan herşeyi yaratanın Allah olduğunu aklından çıkarmaz. Yaşadığı büyük-küçük her olayın Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiğini bilir. İşte vesveseler içinde yaşamını sürdüren ve kendisini asıl kurtuluşa götürecek yoldan uzaklaşan insanların da bu gerçekleri kavraması şarttır. Bu insanlar da sahip oldukları kuruntuların, şüphelerin, vesveselerin yaşadıkları olayların sonucunu değiştirmesinin kesinlikle mümkün olmadığını bilmelidirler. Ancak bu bilinci kazanmış olan kişiler huzurlu bir hayat yaşayabilirler. Çünkü bu gerçeği bilen kişiler, kendilerini yoktan var eden Allah'ın belirlediği ve onlar için mutlak surette hayırlı olan kadere teslim olmuşlardır.
Kendisinin bir kader izleyicisi olduğunu, Allah'ın kendisi için takdir ettiği kaderin asla dışına çıkamayacağını anlayamamış kişilere ise şeytan musallat olur. İnsanların vesvese gibi gittikçe büyüyen, bunaltan, ruh halini bozan bir beladan kurtulamamasının temelinde de bu soruna nasıl yaklaşacağını, bunun neden kaynaklandığını ve bundan nasıl kurtulacağını bilmemesi yatmaktadır. Bu önemli sorunun çözümü, güçlü bir Allah sevgisi ve korkusu, imandan kaynaklanan sağlam bir teslimiyet duygusudur.
Vesvese kişiyi ümitsizliğe sürükler
Kitap boyunca iman eden insanların daima ümitvar bir ruh haline sahip olduklarını anlattık. Gerçek bir imana sahip insaların kesintisiz bir ümit içinde olduklarına dikkat çektik. İşte bu yüzden, insanları Allah’ın yolundan çevirmeye çalışan şeytanın en sinsi taktiklerinden biri de insanlara güzellikleri ve hayırları umma konusunda vesvese vermeye çalışmaktır. Ümitsizlik, şeytanın insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için verdiği vesveselerle oluşur. Bu vesveselere kapılıp herhangi bir konuda umutsuzluğa düşen insanlar, temelinde imani bir zaafiyet içindedirler. Bu durum, söz konusu insanların kadere imanlarının tam ve gereği gibi olmadığının da bir göstergesidir.
Oysa Kuran'da herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğu ayetlerle çok açık bir şekilde açıklanmıştır. Bu konudaki bir ayet şöyledir:
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez… (Enam Suresi, 59)
Ayette bildirildiği gibi, Allah'ın bilgisi ve dilemesi dışında yeryüzünde bir yaprak dahi düşmez. Yani yeryüzünde her olay Allah’ın bilgisi ve kontrolü altındadır. İşte insanlar dünyanın özel olarak var edilmiş bir imtihan yeri olduğunu bilmeli ve bu özel ortamda birçok imtihan vesilesini Allah'ın özel olarak yarattığını da unutmamalıdırlar.
Allah yeryüzündeki imtihanın gereği olarak insanları her türlü olayla deneyebilir. Nitekim Kuran’da bu gerçek şöyle bildirilmiştir:
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)
Yukarıdaki ayetin yanı sıra, Kuran'da insanların çeşitli denemelerden geçeceğinin haberini veren birçok ayet vardır. Başa gelen tüm bu olaylarda gösterilmesi gereken doğru tavır, şükretmek, sabretmek ve Allah’tan hayır ve güzellikleri ümit etmektir. Başına gelen bir zorluğun çok kısa sürede geçip gideceğini bilen, karşısına çıkan bu olayla denendiğini ve güzel ahlak gösterirse cenneti umut edebileceğini bilen müminler böyle durumlarda hiç sarsılmazlar. Sıkıntı, üzüntü duymaz, ye’se kapılmaz, tedirgin bir ruh haline girmezler.
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, şeytanın vesveselerine kapılmamak konusunda insan kesin bir kararlılık içinde olmalıdır. Çünkü şeytan, insana akla gelmeyecek yüzlerce farklı noktadan yaklaşarak vesvese vermeye çalışabilir. Örneğin sık sık hata yapan bir insana, bu hatalarından asla kurtulamayacağını fısıldar. Eğer kişi Allah’a karşı bir hataya düşmüşse, ne kadar tevbe etse de bunun geçerli olmayacağı, doğrusunu yapmaya niyet etse bile Allah'ın kendisini affetmeyeceği yalanını söyler. Bu, şeytanın insanları ümitsizliğe düşürerek tevbe etmekten uzaklaştırmak için oynadığı pek çok sinsi oyundan biridir. İşte bu nedenle insanlar hata yaptıklarında ümitsizliğe düşerek onu düzeltemeyecekleri endişesine kapılırlar. Ancak eğer bir kişi, yaptığı bir hatadan dolayı pişmanlık duyarsa ve bundan dolayı bir daha tekrarlamamak üzere Allah'a hemen tevbe ederse o hata o kişi için bir tecrübe olarak 'hayır' olacaktır. Bir ayette şöyle buyrulur:
Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın, kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o, çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. (Nur Suresi, 21)
Şeytanın bu konudaki gizli taktiklerinden biri de, olayları içinden çıkılmazmış gibi göstermeye çalışmaktır. Eğer bir olay kolay olarak görülürse onun çözümünün de kolay olacağı açıktır. Bu nedenle şeytan olayları zor ve karmaşık göstermek ister. İnsanların karşısına çıkan zorlukları bir daha atlatamayacakları büyük olaylar olarak göstermeye çalışır ki, insanlar ümitlerini yitirsinler ve karamsar, neşesiz bir ruh haline bürünsünler. Çünkü neşeli, umut dolu bir insanın vesveselere kapılması daha zordur. Üzüntü ve ümitsizlik gibi karamsar bir ruh halinde ise vesvese çok daha kolay bir zemin bulur.
Vesveseden kurtulmak için, o ruh halinden hoşlanmamak ve onu yaşamayı istememek çok önemlidir. İnsanlardan bazısı böyle yaşamaktan çok sıkıldıklarını, ancak bir türlü bundan kurtulamadıklarını söylerler. Bu nedenle ümitsiz ve sıkıntılı bir şekilde yaşamlarına devam ederler. Buna bir de günlük yaşam içinde dinledikleri şarkılardaki, izledikleri filmlerdeki hüzünlü ve ümitsiz sözler eklenince iyice bunalırlar. Kendilerine doğrular anlatılsa bile 'ne yapayım elimde değil, üzülüyorum' gibi, mantığı ve açıklaması olmayan bir saplantıyla böyle bir yaşam sürmeleri gerektiğine inanırlar.
Açıkça söylemeseler de, aslında böyle bir hayattan hoşlanan insanlar olduğunu ibretle görmekteyiz. Her ne kadar sıkıntı çekseler de, "melankolik" olarak isimlendirilen bu tür insanlar kederlenmekten bilinçaltlarında garip bir haz duyarlar ve bu ruh halinin bir nevi bağımlısı olurlar. Şartlar düzelse dahi bu şeytani ruh hali kendilerinde bir alışkanlık yaptığından bırakmak istemezler. Şeytan cehennem ehlinin özelliği olan bu gaflet içindeki ruh halini insanlara beğendirmek için çalışır.
Onların daha dünyadayken cehennemin manevi azabını yaşamalarını sağlamak ve onları doğru yoldan, cenneti ve Allah'ın rahmetini ummaktan uzaklaştırmak ister. Bu da şeytanın önemli taktiklerinden bir tanesidir.
Bu ruh halinden kurtulmanın çözümü ancak Allah'ın kudretini bilen, şefkatini ve merhametini tanıyan, kendi var oluş amacını bilen, insanları tuzağa düşürmeye çalışan şeytanın oyununa gelmeyen bir imana sahip olmakla mümkün olur. İşte bu yüzden de Allah'a kendini teslim etmiş, kaderin izleyicisi olduğunun farkında olan bir kişi asla vesveselere kapılarak ümitsizliğe düşmez.
Vesveseli insanlar korku ve endişe içinde
yaşarlar
Allah Kuran'da tek bir korkunun insanları doğruya götüreceğini bildirmiştir. Bu da Allah korkusudur. Sonsuz akıl sahibi olan Allah, kendisinden gereği gibi korkanlara doğruyu yanlıştan ayırt edecek bir anlayış vereceğini bildirmiştir. Bu, insanların sahip olması gereken en önemli özelliklerden bir tanesidir. İman sahibi basiretli bir kişi, doğrunun ve yanlışın ne olduğunu bilir. Bu nedenle kendisini türlü korkularla kandırmaya çalışan şeytanın oyunlarına kanmaz.
Şeytan insanların zayıf noktalarını iyi bildiği için, onları bu zaaflarından yakalamaya çalışır. Her insana aynı taktik ve yöntem ile yaklaşmaz. Kimi insanı gelecek korkusu ile, kimi insanı ölüm korkusu ile, kimi insanı cimrilik ve açlık korkusu ile korkutmaya çalışır. Örneğin bir insan çıkar beklentisi içinde olduğu bir kişiden çok çekinir. Kendi çıkarını engellemesinden, örneğin parasını, malını kaybetmesine neden olmasından veya bu kişi yüzünden itibarının zedelenmesinden korkar. O insana müstakil bir benlik verdiği için, onun şahsi kararlar aldığına ve istemediği bu tür olayların onun gücü ile meydana geldiğine inanır.
Oysa unutulmamalıdır ki, o insanın da Yaratıcısı Allah'tır. O insanı yediren, içiren, hastalandığında ona şifa veren Allah'tır. Kendisi bunu bilse de bilmese de Allah'a boyun eğmiş olarak yaratılmıştır ve o şekilde yaşamını devam ettirmektedir. Bu kişi de söylediği her sözü, kaderinde Allah'ın belirlediği şekilde söyler. Allah bir ayetinde, kendisinden menfaat umulan insanların da aslında Allah'a kul olduklarını belirtmiştir. Her insan ahirette Allah'a hesap verecektir ve yaptıklarından sorulacaktır. Bu nedenle insanların esas olarak Allah'tan korkmaları gerekmektedir.
Allah'ın sonsuz gücünü ve herşeyin üzerindeki mutlak kontrolünü kavrayamayan kişiler, birçok farklı varlığa benlik verip, onları müstakil güç sahibi gibi gördükleri için her yandan tehlike içinde olduklarını zannederler. Kötülüğün kimden ve nereden geleceğini bilemez ve dolayısıyla sürekli korku ve endişeyle yaşarlar. Din ahlakından uzak yaşayan insanlar gelecek korkusunu çok yoğun hissederler. Sürekli ileride nasıl bir hayat süreceğini düşünmek, türlü ihtimaller üzerine endişelenmek sıkça yaşadıkları bir ruh halidir. "Acaba başıma bir şey gelir mi, ya hastalanırsam, ya genç yaşta ölürsem, acaba rahat bir hayat sürebilecek miyim?" gibi tamamen yersiz endişeler, sık sık rastladığımız ve yüzlerce farklı örneğini çoğaltabileceğimiz, kişiyi boş yere meşgul eden konulardan sadece birkaçıdır. Henüz olmamış bu olayları çeşitli ihtimalleri düşünerek kurgulamak, insana yaşadığı anda da büyük bir sıkıntı ve ümitsizlik verir.
Şeytanın insanlara verdiği kuruntu ve vesveselerin doğal bir sonucu olarak kişide aşırı endişeli bir ruh hali oluşur. Sakin, tevekküllü bir ruh hali ile değerlendirildiğinde kolayca çözümlenecek basit bir sorun, vesveseli yapıda düşünen insanlar için içinden çıkılmaz hale gelir. Bu yanlış bakış açısı kişiyi korku ve endişelere sürükleyen bir belaya dönüşür.
Müminlerin gücünün ve kesinlikle bozulmayan moralinin kaynağı ise, bu gerçekleri çok iyi bilmeleri ve Allah’ın yarattığı kadere samimi olarak iman etmeleridir.
Vesveseden kurtulmak
İnsanların bir kısmı da vesvesenin boş kuruntulardan oluştuğunu bilir, ancak ondan kurtulma konusunda irade göstermezler. Oysa bu tutum şeytanın insanı inkar etmeye davet etmesine, faaliyetlerine devam etmesine izin vermek anlamına gelir. Kötülüğe yönlendiren bir sese karşı kayıtsız kalmak, 'bunun bana bir zararı olmaz' şeklinde düşünmek şeytanın tuzağına düşmek demektir. Bunu fark eden bir kişinin bundan şiddetle kurtulmaya çalışması gerekir. Çünkü şeytan insana vesveseden kurtulmanın zor bir olay olduğunu telkin etmeye çalışır. Hepsinden önemlisi şeytan, vesveseyi verenin kendisi olduğunu gizler ve bunun insanın kendi zihninin ürettiği düşünceler, kuruntular olduğu yanılgısına sürükler.
Şeytan sayısız kuruntuyu insanın zihnine telkin ederek onun için içinden çıkılması mümkün değilmiş gibi görünen bir manzara oluşturur. İnsan da bu suni sorunları çözmesinin mümkün olmadığını görüp umutsuzluk ve karamsarlığa kapılır. Oysa Kuran gözüyle olaylara baksa, herşeyi her an yaratanın Allah olduğunu ve dilediği takdirde herşeyi yaratmaya gücünün yettiğini bilir, her konuda O'na yönelir ve ondan yardım ister. Allah’ın, samimi kullarını içinde bulundukları sıkıntıdan kurtaracağını ve onlara Kendisine yönelmelerinden ve güvenmelerinden dolayı iç huzuru ve mutluluk nasip edeceğini bilir ve umut eder. Rabbimiz'den gafil yaşayan insanlar ise herşeyi kendilerinin çözmeleri gerektiğini düşünür ve güçlerinin tükendiği noktada yıkılır kalırlar.
Oysa insanın hızla gelip geçen dünyada yaşadığı her an çok kıymetlidir ve asla boş korkular, faydasız kuruntularla bu "belirlenmiş" süre geçirilmemelidir. İnsan daima olumlu düşünmeli, var oluş gayesine uygun bir çaba içinde olmalıdır. İşte böyle bir çaba gösteren kişi, Allah’ın dilemesiyle dünyada ve ahirette güzellik bulur. Allah'a imanın, kadere teslimiyetin huzurunu fark eden bu kişinin şeytanın oyununa gelmesi mümkün değildir. Yani vesvese belasından kurtulmanın yolu, Allah'a sığınmak ve Rabbimiz'in istediği gibi yaşamak ve davranmaktır:
(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde iyice düşünürler (Allah'ı zikredip anarlar), sonra hemen bakarsın ki, görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 201)
Şeytanın boş kuruntularından kurtulmanın yolu bir başka ayette de şöyle belirtilmiştir:
Eğer sana şeytandan bir kışkırtma (vesvese) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Araf Suresi, 200)
Görüldüğü gibi müminler için şeytanın vesveseleri hiçbir sorun teşkil etmez. Sahip oldukları iman ve sürekli Allah'ı anmaları, şeytana ve onun vesveselerine kapılmamalarını sağlar. Tutunacak hiçbir dalı olmayan inkarcıların ise vesveseyle ve şeytanın oyunlarıyla mücadele edebilecek güçleri de yoktur. Şeytanın emrinde olan kişiler olmaktan asla kurtulamazlar. Nitekim şeytanın iman edenler üzerinde hiçbir gücü olmadığı, ancak inkar edenlere gücünün yettiği ayetlerde şöyle haber verilmiştir:
(Şeytan) Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım."
"Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna."
(Allah) Dedi ki: "İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur."
"Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin Benim kullarım üzerinde zorlayıcı hiçbir gücün yoktur." (Hicr Suresi, 39-42)
Ümitsizlik, din ahlakından uzak yaşayan insanlarda sık rastlanan bir ruhi bozukluktur. Bu, insanların Allah'ın varlığını reddetmelerinden ya da Allah'ı gereği gibi tanıyıp bilmemelerinden kaynaklanır. İmandan ve dolayısıyla Kurani bilgiden yoksun olan bu insanlar etraflarında gerçekleşen tüm olayların tesadüfler sonucu meydana geldiğini düşünürler. Allah'ın herşeyi, Kendi belirlediği bir kader çerçevesinde yarattığının ve her an kontrolü altında tuttuğunun farkına varamazlar.
Bu nedenle başlarına gelen her türlü olumsuz olay kendileri için bir keder ve umutsuzluk vesilesi olur. Hatta kötü bir olaya gerek kalmadan, sırf kendi oluşturdukları kuruntu, vesvese ve endişeler bile onları derin bir ümitsizliğe düşürmeye yeterli olur.
Bu ruh halindeki bir insan her konuda, her olayda kötüye yoracak, olumsuz bir yön bulabilir. Herşeyden karamsarlığa ve umutsuzluğa sürüklenecek sonuçlar çıkarabilir. Çünkü kendisine ölçü olacak hiçbir yol göstericisi yoktur. Hayat felsefesini ve olaylara bakış açısını belirleyen şeylerin tesadüf, raslantı, şans gibi kavramlar olduğunu düşünür. Oysa bu kavramların ona umut ve güven verecek hiçbir güçleri yoktur. Tam tersine, bu kavramlara inanması ve hayatını bunların üzerine kurması, onun her türlü sıkıntıyı ve azabı yaşamasına sebep olur.
Böyle olması da doğaldır. Çünkü Allah'ı tanımamakla, O'nun insanlara bir rehber, rahmet ve müjde olarak gönderdiği Kuran'ı rehber edinmemekle kendi kendine zulmetmiş, çektiği tüm sıkıntılara kendisi sebep olmuştur. Kendisini ve tüm varlıkları sarıp kuşatan İlahi kaderden habersizdir. Bu yüzden, Allah'ın bilgisi ve dilemesiyle gerçekleşen herşeyi başıboş olaylar dizisi olarak algılar. Kısacası içinde bulunduğu büyük körlük ve cehalet, ona hayatı boyunca bir nevi cehennem azabı yaşatır.
İnkar edenler için durum böyleyken, kendini Müslüman tanıtan bazı kimseler de aynı ruh halini taşırlar. Müslüman olduklarını savunmalarına rağmen Kuran ahlakından uzak oldukları için olaylara yaklaşımları ve tepkileri de inkar edenlerden pek farklı değildir. Bütün olayları sebepler zincirinin, doğa kanunlarının, sosyal gelişmelerin, bir sonucu olarak değerlendirir, bu olayların tamamını Allah'ın yarattığını düşünmez ve bunların arkasındaki İlahi hikmeti ve amacı göremezler.
Oysa Kurani bakış açısı insana bütünüyle farklı bir kişilik kazandırır. Herşeye bu bakış açısıyla yaklaşan bir insan en başta, mümin olduğu için her olayın kendisi ve diğer müminler açısından hayırlı olduğunu bilir. Çünkü Allah müminlerin dostudur ve onlar için dünyada ve ahirette en hayırlı olanı dilemekte ve yaratmaktadır. Eğer olumsuz gibi görünen bir durumla karşılaşırsa bunu kötü şansa, uğursuzluğa, işlerin ters gitmesine bağlamaz. "Şer" gibi görünen bir olayın içinde, "...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır..." (Bakara Suresi, 216) ayetinde işaret edildiği gibi Allah'ın çok büyük hayırlar yaratmış olabileceğini düşünür.
Herşeyin Allah'tan geldiğinin, Allah'ın dilemesiyle olduğunun bilinciyle, hiçbir şartta ve durumda üzüntüye, karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılmaz. Bu dünyada herşeyin bir imtihan vesilesi olduğunu düşünerek karşısına çıkan olaylarda Kuran'da belirtilen en güzel ahlakı, en güzel davranış biçimini gösterir.
Allah'ın rahmetinden yalnızca inkar edenler
ümit keser
İnsanlar zorlu olaylarla karşılaştıklarında gösterdikleri tavra göre ikiye ayrılırlar. Bunlardan birinci grup Allah'ın varlığını inkar eden ve dünya hayatının koşuşturması içine dalan insanlardır. Herhangi bir zorluk, sıkıntı, fiziksel ya da manevi baskıyla karşılaştıklarında bir anda saldırganlaşıp, umulmadık isyankar tavırlar gösterirler. Zorluklar iman etmeyenlerin büyük bir ümitsizliğe düşmelerine neden olur. Bu ümitsizlik tüm yaşantılarını engeller, şevk ve heyecanlarını kırar, çok büyük bir yılgınlık meydana getirir. Her zorluğu bir bela olarak görür, bu nedenle de olgun ve dengeli bir tavır gösteremezler.
Allah'ın rahmetinden umut kesen kişiler Allah'a inanmayan, ahiret inancı taşımayan insanlardır. Kendi rahmetinden umut kesenlerin ancak inkar edenler olduğunu Allah ayetinde şu şekilde belirtmektedir:
Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı 'yok sayıp inkar edenler'; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azab onlarındır. (Ankebut Suresi, 23)
Kuran'da övülen peygamberlerden biri olan Hz. Yakup da kendi oğullarına Allah'a karşı ümitvar olmayı öğütlemiştir. Hz. Yakup oğullarına Allah'ın rahmetinden umut kesenlerin yalnızca inkar edenler olduğunu şöyle hatırlatmaktadır:
"Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez". (Yusuf Suresi, 87)
Allah'ın rahmetini umut etmemek, Allah'ın herşeye güç yetiren olduğunun bilincinde olmamak demektir. Ki bu herşeyini Rabbimiz'e borçlu olan insan için son derece büyük bir nankörlüktür. Çünkü insanı yaratan, ona görme, işitme, düşünme yeteneklerini veren, yürümesini, koşmasını, nefes almasını sağlayan, onu güldüren, sağlığını ona veren, rızıklandıran, sevdiği şeyleri ona ikram eden Allah'tır. Bu durumda Allah'ın rahmetini ummamak kişinin bütün bunları görmezlikten gelmesi anlamına gelir. Özellikle de elindeki nimetleri kaybettikten sonra ümitsizliğe kapılmak, Allah'ın beğenmediği bir tavırdır:
İnsana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa kapılır. (İsra Suresi, 83)
Nimetler içindeyken bu nimetleri kendilerine Allah'ın verdiğini hiç düşünmeyen, şükretmeyen insanlar, nimetler ellerinden alındığında, bir anda büyük bir şaşkınlığa kapılmakta ve bütün umutlarını yitirmektedirler. Nankörlük ve umutsuzluk Kuran'dan uzak kimselerde birarada bulunan kötü ahlak özellikleridir. Başka ayetlerde de bu tür kimselerden şöyle bahsedilmektedir.
Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine herşeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle 'sevince kapılıp şımarınca', onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular. (Enam Suresi, 44)
Sonunda, üzerlerine azabı şiddetli olan bir kapı açtığımızda, onlar bunun içinde şaşkına dönüp umutlarını kaybettiler. (Müminun Suresi, 77)
İnkarcıların bu zayıf ve basit karakterlerinden bir başka ayette de şöyle bahsedilir:
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur. (Fussilet Suresi, 49)
Allah iman edenlere inkarcıları dost edinmemeyi, onların ahirete hiçbir şekilde inanmadıklarını, ahiretten yana umut kesmiş kimseler olduklarını bildirmektedir. Bu tür kimseler müminlerin muhatap olmaktan özellikle sakındıkları kimselerdir. Çünkü ahiretten umut kesen bir insan her açıdan olumsuz özellikler taşıyan bir insandır. Hiçbir sınır ya da kural tanımaz, her türlü suçu işleyebilecek bir yapıda olur. Nitekim dünya üzerinde cinayetten hırsızlığa kadar her türlü gayrimeşru işin arkasında yer alan, insanlara çekinmeden zulmeden, yolsuzluğu, dolandırıcılığı yaşam tarzı haline getiren kişiler hep ahirete inanmayan, ahiret umudu taşımayan, Allah'tan korkmayan insanlardır. Bu nedenle, müminlerin ahiretten umudunu kesmiş bu tür kişileri dost edinmemeleri ayette şöyle bildirilmektedir:
Ey iman edenler, Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinmeyin; ki onlar, kafirlerin mezar halkından umut kesmeleri gibi ahiretten umut kesmişlerdir. (Mümtehine Suresi, 13)
Ümitsizlik, iman etmeyen kişilerin, iman edenlerle arasındaki en belirgin farklardan biridir. İnkarcılar Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yaşamadıkları için Allah'tan gelen herşeye razı olan bir müminin rahatlığını taşımazlar. Bu yüzden bir an sonrasının dahi endişesi içindedirler. Her olayın kendi aleyhlerinde gelişeceği zannına kapılırlar.
Bir an için ümitlenseler de, yaşadıkları olayın herhangi bir aşamasının bekledikleri gibi gelişmediğini gördüklerinde hemen ümitsizliğe kapılırlar.
İmanlı insan için ise bu durum tam tersi şeklindedir. İman, dünyada insanın sahip olabileceği en büyük nimetlerin başında yer alır. Allah’a inanan insan ayetin ifadesiyle "... sapasağlam bir kulpa yapışmıştır...". (Bakara Suresi, 256) Yokken var eden, ölüyken dirilten, hastalandığında şifa veren, yediren, içiren, büyüten, karanlıklar içindeyken aydınlığa çıkaran Allah’tır ve bu yüzden insan iman eder.
İman, kişiyi ümitsizliğe sürüklenmekten, üzüntü, keder, sıkıntı, stres, öfke, gelecek kaygısı, korku ve tedirginlik gibi insana maddi-manevi zarar veren etkenlerden uzak tutar. Bütün bunların aksine son derece neşeli ve huzurlu olmasına neden olur. İmandan başka hiçbir şey insanı kurtuluşa ulaştırmaz. Nitekim imandan başka bir kulba tutunmaya kalkan insan bir türlü huzuru bulamadığını, edindiği amaçlara ulaşsa dahi mutluluğu yakalayamadığını kendisi de görür.
Özellikle hastalandığında ya da yaşlandığında hayatını adadığı şeylerin ya da kişilerin kendisine sadık olmadığını, boşa geçen yılların kendisine bu dünyada da hiçbir yarar getirmediğini düşünüp ruhen çöküntüye uğrar. O güne kadar kendisini ayakta tutan idealleri, beklentileri, dostları, sevdikleri yok olup gitmiştir.
İman ehli ise dünyaya bağlı olmadığı için bedenen uğradığı değişiklikler, çevresinde ve hayatında yaşadığı kayıplar kendisinde bir üzüntü ya da moral bozukluğuna yol açmaz. Yıllarını Allah yolunda mücadeleye adamış değerli İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi imanın kendisine yettiğini ve kendisine bitmeyen bir ümit kaynağı olduğunu şu şekilde dile getirmiştir:
"… İşte bütün ihtiyarlığımdan ve firak (ayrılık) belâlarından gelen teessürâtıma (üzüntülerime), bana nur-u iman tam kâfi geldi; kırılmaz bir rica, kopmaz bir ümit, sönmez bir ziya, bitmez bir teselli verdi. Elbette sizlere ihtiyarlıktan gelen karanlık ve gaflet ve teessürat ve teellümâta (tasalanmalara), iman kâfi ve vâfidir. Asıl en karanlıklı ve en nursuz ve tesellisiz ihtiyarlık ve en elîm ve müthiş firak, ehl-i dalâletin (hak yoldan sapanların) ve ehl-i sefahetin (sefihlerin) ihtiyarlıklarıdır ve firaklarıdır. O rica ve ziya ve teselli veren imanı zevk etmek ve tesirâtını hissetmek için, ihtiyarlığa lâyık ve İslâmiyete muvafık ubudiyetkârâne (kulluğa yakışır bir tarzda) bir tavr-ı şuurdârâne (şuurlu bir tavır) takınmakla olur. Yoksa, gençlere benzemeye çalışmak ve onların sarhoşça gafletlerine başını sokup ihtiyarlığını unutmakla değildir…"
Bir insanın, nimetler içindeyken neşeli ve mutlu olup, nimetler kendisinden alındığında bir anda bütün karakterinin değişmesi, müthiş bir sıkıntı ve kaygıya düşmesi aslında tam anlamıyla bir basitlik, küçüklüktür. Kişinin Allah'a ve ahirete gerçek anlamda bir imanı olmadığının delilidir. Aynı zamanda önemli bir akılsızlık ve kavrayış eksikliğinin de göstergesidir.
Çünkü nimeti veren de alan da Allah'tır. Mümini diğer kişilerden ayıran en önemli özelliklerinden biri de böyle bir durum karşısında göstereceği güzel ahlaktır. Mümin her iki durumda da büyük bir neşe ve teslimiyet içindedir. Müminlerin en temel özellikleri tüm varlıklarıyla tamamen Allah'a teslim olmaları, O'nun kendilerine gönderdiği Kuran'a göre hareket edip düşünmeleri, Kuran’ın dışında hiçbir zihniyet, model ve bakış açısını üzerlerinde barındırmamalarıdır.
İman etmeyenler ise, Kuran’a aykırı bir hayat modelini bütün yönleriyle yaşarlar. Alaycılık, zulüm, endişe, korku, sıkıntı, yalan, ölüm korkusu, dünya hırsları, üzüntü, vs. hep bu modelin içinde yer alan özelliklerdendir. Ümitsizlik de iman etmeyenlerin hemen hemen tamamında rastlanan bir vasıftır. Yaşama amaçlarını ve yaşam biçimlerini sağlam bir zemin üzerine, yani Allah'a iman ve kulluk üzerine kurmadıkları için hayatları, dirayetleri, dayanma güçleri pamuk ipliğine bağlıdır. Her an sarsılmaya, yıkılmaya müsait bir ruh hali içindedirler.
Bitip tükenmeyen, sönmeyen, coşkulu bir ümit olması için Allah'a tam bir iman, güven ve sadakat gerekir. Ümidi ancak Allah'la dost olan insan gereği gibi yaşar. Allah'a inanmayan insan gerçek ümidi, yani dünyevi şartlara dayalı olmayan daimi bir ümidi bilmez. Her zaman olumsuz ihtimaller üzerinde düşünür, olayları hep olumsuz yönden değerlendirir. Allah’a güvenip dayanmayan böyle insanların endişelenmek için bitmek tükenmek bilmeyen sebepleri vardır. Herşeyin başıboş tesadüflere bağlı olduğunu zannederler. Böyle bir durumda yalnızca gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan doğal afetler bile tevekkülsüz insanlar için büyük bir sıkıntı kaynağıdır.
Evrende çok hassas dengelerle birbirine uyum sağlayan birçok ayrıntı vardır. Bu dengelerin birinde meydana gelecek çok küçük oranlardaki bir oynama bile evrende büyük felaketler meydana getirebilir.
Örneğin, şiddetli bir deprem yer kabuğu üzerindeki herşeyi alt üst etmeye yeterlidir. Yer kabuğu alev alev kaynayan, en ağır metallerin bile eriyik halinde bulunduğu, binlerce derece sıcaklıktaki mağma üzerinde adeta bir zar gibi yüzmektedir. Bu zarın her an birkaç yerinden yırtılması ve yeryüzünün kaynayan lavlarla küle dönmesi son derece kolaydır. Yeryüzünün en güvenli sayılan yerleri bile bu tehlikeden uzak değildir. Çünkü yapılan hesapların hiçbiri kesinlik taşımamakta, yalnızca bir tahmin ve varsayım boyutunda kalmaktadır.
Bu arada, Dünya müthiş bir süratle uzay boşluğu içinde dönerek gitmektedir, binlerce göktaşı yeryüzünün çok yakınından teğet geçmektedir. Günün birinde büyük bir göktaşının Dünya'ya isabet etmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Yalnızca bir kilometre çapındaki bir göktaşı bile Dünya'daki iklim dengelerini alt üst ederek canlı yaşamını tehdit etmeye yeterlidir. Güneş'te meydana gelecek büyük bir patlama sonucunda etrafa yayılacak enerji ve radyasyon da Dünya'daki canlılığa bir anda son verebilir. Üstelik bunlar sadece birkaç örnektir ve bunlar gibi daha binlerce alternatif düşünülebilir.
Tüm bunların farkında olan kişinin eğer Allah’a inancı ve tevekkülü yoksa çok yoğun bir korku ve tedirginlik hisseder. Ancak iman ehli ise evrenin tamamının, kendi bedeni de dahil, Allah'ın kontrolünde olduğunu bilir. Allah'ın aklına ve ilmine tamamen teslimdir. Evrenin hassas dengeler üzerine kurulu olması onun imanını daha da artırmakta, Allah'a olan bağlılığını, hayranlığını güçlendirmektedir.
Bediüzzaman Said Nursi bu konuda Müslümanların rahatlığıyla inkarcıların içine düştükleri ümitsizliği samimi üslubuyla şöyle ifade etmektedir:
"… İşte, kâinat içinde maddî ve mânevî bütün bu silsileler, imânsız ehl-i dalâlete (doğru ve hak yoldan sapanlara) hücum ediyor, tehdit ediyor, korku veriyor, kuvve-i mâneviyesini (manevi kuvvetini) zîr ü zeber (altüst) ediyor. Ehl-i imana (inananlara) değil tehdit ve korkutmak, belki sevinç ve saadet, ünsiyet (dostluk) ve ümit ve kuvvet veriyor. Çünkü ehl-i iman, iman ile görüyor ki, o hadsiz silsileleri, maddî ve mânevî şimendiferleri, seyyar kâinatları mükemmel intizam ve hikmet dairesinde birer vazifeye sevk eden bir Sâni-i Hakîm onları çalıştırıyor. Zerre miktar vazifelerinde şaşırmıyorlar, birbirine tecavüz edemiyorlar. Ve kâinattaki kemâlât-ı san'ata (mükemmel sanatlara) ve tecelliyat-ı cemâliyeye (güzellik görüntülerine) mazhar olduklarını (kavuştuklarını) görüp kuvve-i mâneviyeyi tamamıyla eline verip, saadet-i ebediyenin bir nümunesini iman gösteriyor…"
İnkarcıların en fazla ümitsizliğe kapılacakları gün, bütün insanların hesap vermek üzere diriltilecekleri ahiret günü olacaktır. Kıyametin başlamasıyla, zorlu bir günle karşı karşıya kaldıklarını hemen anlayan inkarcılar, hayatları boyunca kaçtıkları gerçekle çok açık bir şekilde karşılaşacaklar, dünyada bulundukları sürece imana hiç yaklaşmadıkları için tarifsiz bir pişmanlığa kapılacaklardır. Allah'ın vaatlerini hatırlayacaklar, kendilerinin cehenneme sokulacaklarını anlayacaklardır. Bu noktada ve bundan sonra yaşayacakları ümitsizlik, ümitsizlik sınırının en sonudur. Nitekim dünyada yaşanan hiçbir pişmanlık, hiçbir ümitsizlik örneği bu derece şiddetli değildir. Allah, ahiretin başlangıcı olan kıyamet gününde inkarcıların yaşayacakları yıkımı şu şekilde ifade etmektedir:
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar umutsuzca yıkılırlar. (Rum Suresi, 12)
Kuran'a davet edildikleri halde kendi istekleriyle inkarda direten kişilerin cehennem azaplarının çok şiddetli olacağı ve bu azabın hafifletilmeyeceği de ayetlerden anlaşılmaktadır. Zuhruf Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır:
Onlardan (azab) hafifletilmeyecek ve orda onlar umutlarını kaybetmiş kimselerdir. Biz onlara zulmetmedik; ancak onların kendileri zalimlerdir. (Zuhruf Suresi, 75-76)
Ümitsizliği yaşayan insanların ruh halleri
İnsana hayat veren, canlı tutan, mutlu ve huzurlu olmasını sağlayan en önemli manevi etkenlerden biri "ümitvar" ruh halidir. Bu, bir insanın yaşamını sağlıklı olarak sürdürebilmesi için de gerekli olan en önemli konulardan biridir. Nitekim dünya üzerinde "ümitvar" ruh halini tam anlamıyla yaşamadıkları için acı ve sıkıntı çeken, kendi kendilerine zulmeden, dünyayı kendilerine yaşanılmaz bir yer haline getiren çok sayıda insan vardır.
Bu insanların sorunu, gelişen olayların tümünün Allah'ın kontrolünde olduğunu düşünmemeleri, kadere tam bir teslimiyetle teslim olmamalarıdır. Oysa insanı ancak, Allah'a ve O'nun yarattığı kadere tam anlamıyla bir teslimiyet huzurlu kılar. Gelecekten yana ümitli olması, korku ve kaygılara kapılmadan, mütevekkil yaşaması, onu hem maddi hem de manevi açıdan sağlıklı kılacaktır. Aksi takdirde dengeli ve sağlıklı olması mümkün değildir. Gelecekten yana, hatta bir an sonrasından dahi endişe ve kaygı içinde yaşayan insan adeta hayattayken yaşamını yitirmiş gibidir. Böyle bir insandan büyük atılımlar, büyük hizmetler, güzel fikir ve düşünceler, güzel davranışlar beklemek de yanlış olacaktır. Çünkü o ruhunda durmaksızın devam eden bir memnuniyetsizlik ve tedirginliği yaşıyordur.
Nefsinin hoşuna gitmeyen en ufak bir olayla karşılaştığında sarsılan, bunalıma giren, ruhen çöküntüye uğrayan bu insanlar birçok açıdan kayba uğrarlar. Ruhları yıpranır; bununla birlikte bedenleri de çöküntüye uğrar. Oysa insan ancak teslimiyetli ve tevekküllü bir ruh halinde huzurlu, sağlıklı ve verimli olacak şekilde yaratılmıştır.
İman etmeyen bir insan için herşey sorun olabilmektedir. Önemli bir günde hastalanması, mutlaka katılması gerektiğini düşündüğü bir davete katılamaması, bir araştırmasını başarıyla sonuçlandıramaması, çok istediği bir tatile çıkamaması, kendini beğendirmeye çalıştığı insanların gözüne girememesi, hatta arabasında ufak bir çizik olması dahi onda ani ve büyük üzüntülere, ümitsizliklere neden olabilir. Benzer derece küçük olaylar dahi aniden moralinin bozulmasına yol açabilir. Bunun nedeni, dünya hayatına gereğinden fazla değer vermesi, ahireti düşünmemesi, bir gün bu dünyayı bırakıp mutlaka öleceği gerçeğini hiç aklına getirmemesindir. Bunları düşünmediği için küçük olaylara, sorunlara takılmakta, küçük hedeflere bağladığı ümitleri çok çabuk sarsılabilmektedir. Bu şekilde bir hayatı benimsediği için de, daima mutsuz ve huzursuz olur.
Fiziksel görümünde herhangi bir nedenle bozulma olan bir kişi bir süre için bunalıma girerek büyük bir ümitsizlik devresi yaşayabilir. Bu süre zarfında, fiziksel görünümünde bir kusur olmadığını düşünürken sergilemeyeceği davranışlar gösterebilir. Örneğin çok güzel veya yakışıklı bir arkadaşının sahip olduğu özellikleri kıskandığı için onunla alay eder; onu çirkin göstermeye çalışan konuşmalar yapar.
Bir başkası aynı olay karşısında içine kapanır; hiçbir arkadaşıyla görüşmez. Bunların hepsi kadere boyun eğmemenin ve tevekkül etmemenin getirdiği davranış bozukluklarıdır.
Ümitsizlik kişiye hiçbir şey kazandırmaz; ne ahlaka, ne kişinin ruh sağlığına, ne geleceğine, ne de halihazırdaki yaşantısına en ufak bir olumlu etkisi yoktur. Aksine insanı hastalıklara, hatta ölüme dek sürükleyebilecek şekilde moral çöküntüsüne sokar. Ümit dolu olmanın ise maddi ve manevi olarak kazandıracağı çok şey vardır. Öncelikle Allah'ın bir emrini uyguladığı için kişi çok önemli bir ibadeti yapmış ve Allah'ın rızasını kazanmış olur.
İnsanın her olay karşısında ümit dolu olması, asla ümitsizliğe kapılmaması ruhunda birçok olumlu gelişmeye yol açacaktır. Tevekküllü, dünya hırsları olmayan, sabırlı, sakin, olayların kapıp sürüklemediği, güçlü, mutmain, insanlar tarafından saygı duyulan, aklına başvurulan, olgun, lider karakterli bir kişi olacaktır.
Akılsızların ümitlenmesi
Ümitvar olmakla Allah'ın emirlerine uymak ve O'nun sınırlarını korumak arasında çok önemli bir bağlantı vardır. İnsanın Allah'ın rahmetinden ümitvar olması elbette O'na olan yakınlığı ve bağlılığı, Kuran'ın hükümlerini gözetmesiyle orantılıdır. Yoksa Allah'ı anmayan, kendi bildiğince hayatını yaşayan, Allah'ın hükümlerinden yüz çeviren bir kimsenin eğer bu tavırlarını düzeltmezse, Allah'a tevbe edip yönelmezse bu ahlakına karşılık güzel bir mükafat verileceğini düşünmesi kendini kandırmasından başka birşey değildir.
İşte akılsızların ümitlenmesi de bu şekilde olur. Allah'ı gereği gibi tanıyıp takdir edemeyen, Kuran'dan, İslam'dan haberi olmayan pek çok insan vardır ki, ahirette güzel bir karşılık göreceklerine kendilerini inandırmışlardır. Bu müminlerin ümitvar olma özelliklerinin dışında inançsızlığın getirdiği pervasızlığı ve çirkin bir cesareti göstermektedir. Bu kişiler din ahlakından uzak olmaları nedeniyle daralan vicdanlarını, bu tür sahte ümit ve beklentilerle rahatlatmaya çalışır, kendilerini de buna inandırırlar.
Örneğin bir araştırmacı Kuran ahlakına uygun en küçük bir tavır göstermese de, yaptığı bilimsel çalışmaların kendisini "kurtaracağını" umar. Veya bir felsefeci dini reddetse bile çok kültürlü bir insan olduğu için diğerlerinden üstün olduğunu ve ahirette buna göre karşılık göreceğini zanneder. Bir tüccar ise insanlara sağladığı mal ve imkanlar sayesinde ahiretten bir beklenti ve ümit içine girer. Oysa bu kişilerin konuşmalarına bakıldığında aslında ahiretin varlığı hakkında kuşkular içinde oldukları görülür. Bir ayette inanmadığı halde ahiretten yana beklenti içinde olan bu insan modeli tarif edilmektedir:
Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: "Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm".
Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. "Kıyamet-saati'nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım". (Kehf Suresi, 32-36)
Görüldüğü gibi, kıyamet gününden dahi şüphesi olan bu kişi, ahirete gittiği takdirde hayırlı bir sonuçla karşılaşacağı şeklinde tutarsız bir mantığa sahiptir. Bu tutarsız mantığı da, gerçekten iman etmemesinin getirdiği akılsızlığından kaynaklanmaktadır. Bu örnek günümüzde de oldukça yaygın bir zihniyeti yansıtmaktadır.
Bu saçma ümit ve beklenti içinde olanlar dünyada -kendi çıkarları doğrultusunda- yaptıkları iyiliklerin karşılığını almaları gerektiğini, bunun doğal hakları olduğunu düşünürler. "Çalışmak en büyük ibadettir", "halka hizmet Hak'ka hizmettir" gibi sloganları benimser ve sık sık kullanırlar. Elbette bu düşünceler samimi olduğu sürece insana fayda sağlayabilir, ama bir yandan Allah’a karşı nankör ve isyankar bir tavır sergilerken, bir yandan Kuran’da yasaklanan her türlü çirkin tavrı, kötü ahlakı uygularken, bir yandan da dünyada nefsine yönelik yaptığı çalışmalardan karşılık beklemek mantıksızdır.
Ama bu tür insanlara bunun boş ve saçma bir beklenti olduğu, Allah Katında değerli olanın iman edip yalnızca Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan işler olduğu hatırlatılınca, bu gerçeği kabul etmeye yanaşmazlar. Oysa Allah'a iman olmadan ve Allah'ın rızası gözetilmeden yapılan işlerin ahirette bir kazanç sağlamayacağı, boşa gideceği Kuran'da bildirilen gerçeklerdir. İman edilmediği takdirde -Allah’ın dilemesi dışında- gerçekten de yapılan işlerin boşa gideceği ayetlerde şöyle haber verilmiştir:
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?"
"Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." (Kehf Suresi, 103-104)
Kendilerini dindar sandıkları halde gerçekte Kuran'da tarif edilenden farklı bir dini modeli benimseyen ve dolayısıyla şirke düşen insanlar da ahiretten yana boş bir ümit ve beklenti içindedirler. Oysa Kuran’ın dışında hiçbir dini anlayış ve uygulamanın Allah Katında değeri yoktur. Çünkü Allah'ın bildirdiği hak din Kuran'dadır, bunun dışında din adına, İslam adına benimsenen modellerin hiçbiri Allah Katında geçerli değildir. Kuran'da dine hizmet ettiğini sanan fakat şirke dayalı zihniyetlerinden dolayı hizmetleri boşa gidenlerden şöyle bahsedilir:
Şirk koşanların, kendi inkârlarına bizzat kendileri şahidler iken, Allah'ın mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır. (Tevbe Suresi, 17)
Şirk koştukları halde ahiretten yana beklenti içinde olanların, ahirette hiç bekmedikleri bu durum karşısında içine düştükleri şaşkınlık da Kuran'da şöyle anlatılır:
Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?"
Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.)
Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (Enam Suresi, 22-24)
Görüldüğü gibi ümitvar olmak ancak imanla bir değer kazanmakta, bir ibadet ve güzel ahlak özelliği haline gelmektedir. Gerçek imana sahip olmadan, Kuran'ın hükümlerini gözetmeden, Allah'ın bildirdiği ibadetleri yerine getirmeden Allah'tan ve ahiretten bir ümit ve beklenti içinde olmak ise vicdanı rahatlatmaya yönelik, samimiyetsiz ve tutarsız bir zihniyetin ürünüdür. Böyle bir düşüncenin kendini kandırmaktan öte bir anlamı da yoktur. Müminlerin ümitvar olmaları ile gaflet ehlinin ve müşriklerin boşa ümitlenmelerini birbirine karıştırmamak lazımdır.
Allah'tan cenneti uman bir kişi de bunun için Allah'ın ayetleri doğrultusunda davranışlar sergiliyor olmalıdır. Allah'ın rızasına göre davranan, O'nun emir ve tavsiyelerine uyan, hiçbir şart ve ortamda Allah'ın ayetlerinden taviz vermeyen kişi bu durumda Allah'ın cennetle ödüllendireceğini belirttiği kişilerden olmayı ümit etmeye hak kazanır. Bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)
Buraya kadar anlatılanlarla birlikte önemli bir konuya dikkat çekmekte fayda vardır. Bir kişi bu ana kadar Allah'ın beğenmeyeceği bir ahlakı ve yaşam şeklini sürdürmüş olabilir. Ancak önemli olan kişinin Kuran'da bildirilen gerçeklerden haberdar olduktan sonra Allah'a tevbe edip, samimi bir insan olmaya karar vermesidir. Ve bu kararı doğrultusunda güzel ahlak göstererek yaşamına devam etmesidir. Bu şekilde söz konusu kişi geçmişte yaptığı hataları Allah'ın bağışlamasını ve cenneti umut edebilir.
Şeytan insanlara ümitsizlik aşılamak ister
Şeytan kendini dost edinen insanlara her zaman kendine güvensizliği, gelecekten yana ümitsiz olmayı, olaylara hep karamsar açıdan bakmayı telkin eder. İnsanların iman etmelerini, Allah'a karşı itaatli olmalarını, kadere teslim olmuş, tevekküllü, ümit ve şevk dolu bir şekilde yaşamalarını istemez. Çünkü bu sayılanların hepsi hem Allah'ın beğendiği ve O'na yakınlaştıran hem de din ahlakının yaşanması için zorunlu olan özelliklerdir. Şeytan ise insanların Allah'a yakınlaşmalarını, Allah'ın dinini şevkli ve kararlı bir biçimde yaşamalarını istemez. Bu yüzden kişiyi ümitsizlik telkiniyle yılgınlığa, şevksizliğe, karamsarlığa, çaresizliğe ve bıkkınlığa sürüklemeye çalışır.
Şeytanın mümine yaptırmak isteyip de yaptıramadığı şeylerden biri de olumsuz gibi görünen şartlarda ümitsizliğe düşürmektir. Şeytan yalnızca samimi müminlere güç yetiremez, onları kendi yanına çekemez. Çünkü müminler imanlarından dolayı her zaman Allah'ın emir ve tavsiyelerine uyarlar. Ümitvar olmak Allah'ın Kuran'da bildirdiği kesin bir emirdir. Bu nedenle iman edenlerin bu konuda da farklı bir tutum göstermeleri söz konusu olamaz. Zira Allah ayetinde müminlere, "... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez" (Yusuf Suresi, 87) buyurmaktadır. Bu yüzden müminler böyle bir ruh haline girmekten şiddetle kaçınırlar.
Aynı şekilde, diğer Kuran ayetlerinde de umutsuzluğa kapılmak kınanmakta ve inkar edenlerin olumsuz bir özelliği olarak anlatılmaktadır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur.
Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet taddırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katında benim için daha güzel olanı vardır." der. Ama andolsun Biz, o kâfirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azabtan taddıracağız. (Fussilet Suresi, 49-50)
Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı 'yok sayıp inkâr edenler'; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azab onlarındır. (Ankebut Suresi, 23)
Ümitsizliğe düşen, isyana kapılan kişi şeytanın tuzağına düşmüş, onun emirlerini yerine getirmiş olur. Her zaman ümitvar olan, geleceğine daima ümitle bakan mümin ise hem Allah'ın hoşnutluğunu ve ahiret sevabını kazanır, hem de Allah'ın bir nimeti olarak dünyada da sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürer. Her şartta ümitvar, Kuran'a sıkı sıkıya bağlı ve Allah'ı çok yakın dost edinmiş olacağı için şeytan ümitsizliğe kapılması yönünde onu kandıramayacaktır. Bu konu din ahlakının özünü oluşturan önemli konulardan biri olduğu için mümin Kurani her konuya olduğu gibi bu konuya da oldukça titizlik gösterir.
Konunun bir diğer yönü de, Allah'ın dininin yaşanmasını istemeyen şeytanın, insanlara her zaman din dışı ahlak modellerini yaşatmak istediği ve ümitsizliğin de bu modelin bir parçası olduğudur. Öyle ki bazı toplumlarda ümitsizlik adeta bir yaşam felsefesi haline gelir. Şeytanın etkisine aldığı insanlar, ümitsizliğin ve karamsarlığın dile getirildiği, şarkılardan, filmlerden ve anlatımlardan nefsani bir lezzet duyar hale gelirler.
Oysa ümitsiz insanın aklı, mantık örgüsü, yargı ve muhakemesi sağlıklı karar almaya uygun değildir. Ümitsizlik insanın fizik ve akıl sağlığını kaybetmesine neden olduğu gibi, şiddetine göre kimi insanları kendi hayatına son vermeye, intihar etmeye kadar sürükleyen bir ruh hastalığıdır. Elbette böyle bir insanın Kuran ahlakını gereği gibi yaşaması beklenemez. Bu da şeytanın son derece işine gelen bir durumdur. Çünkü bu şekilde insanları din ahlakından ve ahiretten bir beklentileri olamayacak biçimde saptırmış, kendisiyle birlikte sonsuz azaba sürüklemiş olur. Zaten insanlık tarihi boyunca şeytanın en büyük hedefi de budur.
Ümitsiz insan kendine olduğu gibi etrafındaki insanlara da olumsuz ve karamsar bir hal aşılar. Bu tutumuyla adeta şeytanın bir yardımcısı gibidir. Çünkü şeytan insanlara yerleştirmek istediği ruh halini onun vasıtasıyla telkin etmektedir. Böyle bir tutumla da insan -bilerek ya da bilmeyerek- şeytanın hizmetine girmiş olur. Oysa insan şeytana değil, Allah'a kulluk etmek için, Allah'ın dinine hizmet etmek için yaratılmıştır.
ALLAH’IN MÜMİNLERE DÜNYADA
VAATLERİ
Allah müminlerin tevbelerini kabul eder
Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (Furkan Suresi, 71)
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi'nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)
Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tevbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Ahzab Suresi, 73)
Allah, iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir, onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ecir vardır. (Maide Suresi, 9)
Allah müminlerin kötülüklerini iyiliklere
çevirir
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Furkan Suresi, 70)
İman edip salih amellerde bulunan ve Muhammed'e indirilen (Kur'an)a -ki o Rablerinden bir haktır- iman edenlerin (Allah), kötülüklerini örtüp-bağışlamış, durumlarını düzeltip-ıslah etmiştir. (Muhammed Suresi, 2)
İşte bunlar; yaptıklarının en güzelini kabul ederiz ve kötülüklerinden geçeriz; (bunlar) cennet halkı içindedirler. (İşte bu,) Onlara va'dolunan doğru bir vaaddir. (Ahkaf Suresi, 16)
Allah dinini üstün kılacak, batılı yok edecektir
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden razı olmuştur, kalplerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine 'güven duygusu ve huzur' indirmiştir ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılık) olarak vermiştir. (Fetih Suresi, 18)
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)
İşte (yeryüzünün hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır. (Müminun Suresi, 10)
Allah zor anlarda müminleri
Melekleriyle destekler
Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır. (Al-i İmran Suresi, 125)
Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." (Fussilet Suresi, 30)
Allah Kendi dinine yardım
edenlere yardım eder
Onları hidayete erdirecek ve durumlarını düzeltip-ıslah edecektir. Ve onları, kendilerine tarif edip-tanıttığı cennete sokacaktır. Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam'a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır. (Muhammed Suresi, 5-7)
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)
Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)
Andolsun, Biz senden önce kendi kavimlerine elçiler gönderdik de onlara apaçık belgeler getirdiler; böylece Biz de suçlu günahkarlardan intikam aldık. İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır. (Rum Suresi, 47)
Rum (orduları) yenilgiye uğradı. Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün mü'minler sevineceklerdir. Allah'ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Bu,) Allah'ın va'didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 2-6)
Allah dualara icabet eder
Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka ilah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 87-88)
Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. Onu ve ailesini, o büyük üzüntüden kurtarmıştık. (Saffat Suresi, 75-76)
Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun Katındadır." (Al-i İmran Suresi, 195)
Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisi'nden o derdi giderdik; ona Katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 84)
Allah müminler için kolaylık diler
Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa, ve en güzel olanı doğrularsa, Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız. (Leyl Suresi, 5-7)
… Kim Allah'tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. (Talak Suresi, 4)
… Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)
Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 5-6)
… Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara Suresi, 185)
Allah mümin kullarına rahmet eder
O'dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet etmekte; melekleri de (size dua etmektedir). O, mü'minleri çok esirgeyicidir. (Ahzab Suresi, 43)
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
ALLAH’IN MÜMİNLERE AHİRETTE
VAATLERİ
Allah sabredenlere karşılığını en güzeliyle
verecektir
Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir. (Hud Suresi, 49)
Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez. (Hud Suresi, 115)
Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. (İnsan Suresi, 12)
"Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel." (Ra’d Suresi, 24)
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargah ve ne güzel bir konaklama yeridir. (Furkan Suresi, 75-76)
De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbiniz'den sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)
Allah salih amellerde bulunanlara Adn
cennetlerinde güzel meskenler vaat etmiştir
Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaat etmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Adn cennetleri; kapılar onlara açılmıştır. İçinde yaslanıp-dayanmışlardır; orda birçok meyve ve şarap istemektedirler. Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır.
İşte hesap günü size vaat edilen budur. Şüphesiz bu, Bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok. (Sad Suresi, 50-54)
"İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır." (Taha Suresi, 76)
Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. (Fatır Suresi, 33)
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah'ın va'didir. Allah, va'dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)
Allah müminlere sonsuz nimetlerle dolu
cennet hayatı vaat etmiştir
Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O'nun va'di yerine gelecektir. Onda 'boş bir söz’ işitmezler; sadece selam (ı işitirler). Sabah akşam, onların rızıkları orda (bulunmakta)dır. O cennet; Biz, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kılacağız. (Meryem Suresi, 61-63)
De ki: "Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine va'dedilen ebedi cennet mi? Ki onlar için bir mükafat ve son duraktır." "İçinde ebedi kalıcılar olarak, orada her istedikleri onlarındır; bu, Rabbinin üzerine aldığı, istenen bir vaaddir." (Furkan Suresi, 15-16)
(Ancak) Gerçekten iman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için nimetlerle-donatılmış cennetler vardır. Orada ebedi olarak kalıcıdırlar. Allah'ın va'di haktır. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Lokman Suresi, 8-9)
Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)
Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah Katında -bir şölen olarak- altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah'ın Katında olanlar daha hayırlıdır. (Al-i İmran Suresi, 198)
Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler. (Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış. Çevrelerinde gümüşten billur kablar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, onları belli bir ölçüyle tesbit etmişlerdir. Orada onlara bir kadeh içirilir ki, karışımı zencefildir. Bir pınar ki orada "selsebil" olarak adlandırılır. Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın. Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir şarab içirmiştir. Şüphesiz, bu, sizin için bir mükafaattır. Sizin çaba-harcamanız şükre değer (meşkur:makbul) görülmüştür. (İnsan Suresi, 13-22)
İman edip salih amellerde bulunanlar, Biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah'ın gerçek olan va'didir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? (Nisa Suresi, 122)
Mülk, o gün yalnızca Allah'ındır. O, aralarında hükmedecektir. Artık iman edip salih amellerde bulunanlar; nimetlerle donatılmış cennetler içindedirler. (Hac Suresi, 56)
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Büruc Suresi, 11)
O gün, öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde)dirler. Harcadığı-çabadan dolayı hoşnuttur. (Gaşiye Suresi, 8-9)
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğratılmayacaklar. (Meryem Suresi, 60)
Takva sahiplerine vadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir. (Rad Suresi, 35)
Bizim Katımızda sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir. (Nisa Suresi, 146)
Allah salih amellerin karşılığını
eksiksizce verecektir
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Buna göre, iman edip salih amellerde bulunanlar, onlar için bir bağışlanma (mağfiret) ve üstün bir rızık vardır. (Hac Suresi, 50)
Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir 'hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar. (İsra Suresi, 71)
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız. (Kehf Suresi, 30)
Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz. (Bu ağırlıkta) Bir iyilik olursa, onu kat kat kılar ve Kendi yanından pek büyük bir ecir verir. (Nisa Suresi, 40)
Artık iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; Rableri onları Kendi rahmetine sokar. İşte apaçık olan 'büyük mutluluk ve kurtuluş' budur. (Casiye Suresi, 30)
Artık kim, bir mü'min olarak salih amellerde bulunursa, onun çabası için (karşılık olarak) küfran (nankörlük) yoktur. Şüphesiz Biz, onun yazıcılarıyız. (Enbiya Suresi, 94)
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)
Mallarını infak edenlerin karşılığını Allah
artırarak verecektir
De ki: "Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletip-yayar ve ona kısar da. Her neyi infak ederseniz, O (Allah), yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Sebe Suresi, 39)
Gerçekten Allah'ın Kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. (Fatır Suresi, 29)
Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal Suresi, 60)
Küçük, büyük infak ettileri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. (Tevbe Suresi, 121)
Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 262)
Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 274)
Allah yolunda çabalayanlar kurtuluşa
erenlerden olacaktır
Ama Resul ve onunla birlikte olan mü'minler, mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler (çaba harcadılar); işte bütün hayırlar onlarındır ve kurtuluşa erenler onlardır. Allah onlar için, süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 88-89)
Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
Allah şükredenleri ödüllendirecektir
Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz. (Al-i İmran Suresi, 145)
Şüphesiz, 'Safa' ile 'Merve' Allah'ın işaretlerindendir. Böylece kim Evi (Ka'be'yi) hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur. Kim de gönülden bir hayır yaparsa (karşılığını alır). Şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bilendir. (Bakara Suresi, 158)
Allah yolunda ölenlere büyük bir ecir vardır
Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar; kim Allah yolunda savaşırken, öldürülür ya da galip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi, 74)
Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Allah'tan olan bir bağışlanma ve rahmet, onların bütün toplamakta olduklarından daha hayırlıdır. (Al-i İmran Suresi, 157)
Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar. (Al-i İmran Suresi, 169)
Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Onları, Kendisi'nden gerçekten hoşnut kalacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah, bilendir, halimdir. (Hac Suresi, 58-59)
Müminler kıyamet günü ve ahirette hiçbir
zorlukla karşılaşmayacaklardır
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse, O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek, Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak Suresi, 7-9)
Artık bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmek suretiyle. (Mutaffifin Suresi, 34-35)
Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisi olmayan bir ecir (mükafaat) vardır. (İnşikak Suresi, 25)
Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, herşeye güç yetirensin." (Tahrim Suresi, 8)
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (mü'minlerle kafirler birbirlerinden) ayrılırlar. Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar 'bir cennet bahçesinde' 'sevinç içinde ağırlanırlar'. (Rum Suresi, 14-15)
Ama Bizden kendilerine güzellik geçmiş bulunanlar; işte, onlar, ondan uzaklaştırılmışlardır. Onun uğultusunu bile duymazlar. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar. Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: "İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti" diye melekler onları karşılayacaklardır. (Enbiya Suresi, 101-103)
Allah, Kendisi'ne ve elçisine itaat edenlere
cenneti vaat etmiştir
Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Nisa Suresi, 13)
Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi 69)
Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden -itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır. (Ahzab Suresi, 31)
Ki O (Allah), amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur. (Ahzab Suresi, 71)
Kendilerine yara isabet ettikten sonra, Allah ve elçisinin çağrısına icabet edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir ecir vardır. (Al-i İmran Suresi, 172)